Ana Sayfa
 Haberler

Sevgili Dostum; Aslına bakacak olursan kendimizle çeliştiğimiz müddetçe bir bütünü tamamlıyor gibiyiz. Çelişmek, sadece sanatçılara malzeme olan zahiri bir yâdsıma değil, sanki bütün insan tabiatına has bir özellik gibi geliyor bana. Şöyle ki; kaderimize ilerlediğimiz yolda hayır ve şer arasındaki bir seçimden geçiyorsak eğer, bu iki biçemin de bir ihtimal olarak bizim için var olması bizleri düşündürmeli. Yani duacısı olduğumuz hayır kadar, “bahşedilen” şer de mühim ve bize ait. Herman Hesse’in Sidartha adlı kitabında dediği gibi: “Hiçbir gerçek yoktur ki karşıtı da gerçek olmasın!”. Öyleyse dostum, rüzgârın sırtımızı sıvazlayıp bizi itmesi kadar, ara sıra gözlerimizi ona karşı kışkırtıp ötede olanın(yani rüzgârın berisinde gizlediğinin) ne olduğu merakıyla da dolmalıyız. Belki çok da elzem gözükmeyen bu davranış, kimi zaman doldurulması gereken bir boşluğu es geçmemek için gerektir bize. Karlı bir yolda yürürken ya da gök bulutlanıp gizlediği vakit bütün ışıltılarını, elde olan tutarlı taraflarımız bir sonuç vermiyorsa ve bir kapı gıcırdayıp bana tutun diyorsa, evet, çelişmeliyiz! Elbette o çok muhkem ve asla reddedemeyeceğimiz doğrularımızı bir kenara bırakalım demiyorum. Fakat dünya içre oluşturduğumuz kimliklerimiz böyle bir esnekliği barındırsa fena mı olur? Bana öyle geliyor ki dostum, sınırlarımızı kurallarla ne denli kalınlaştırırsak, kendimizden o denli uzaklaşabiliriz. Ve hatta alıştığımız manzara tortulaşırsa, tabiatın reddettiği birer şekil olup çıkabiliriz. Geçmişimden bu yana kendinden hiç taviz vermeyen insanları düşündüğüm vakit; ya kendine, ya da başkalarına zarar veren insanlar çıkıyor karşıma. Niyetleri, oluşturdukları şekle çarpıp parçalanıyor. Hal böyle olunca gülistanın bağbanı toprağa beton döküyor! Oysa herkes kendi otomatiğine bırakılsa, sıçramasa bize bu dünyanın tasası, bedenimiz ruhumuzdan geleni bırakmayacak mı ortaya? Maalesef dostum, maalesef böyle olmuyor!. Her şeyin sürekli değişip dönüştüğünü gördükçe çelişmemenin bizim için imkânsız olduğunu düşünüyorum. Üstelik bunun gençlik denen o yalancı tanrının bir eseri olduğuna hiç kanat getiremiyorum doğrusu. Nice yaşlı insanın bile onca tecrübelerine rağmen sadece birkaç ay ya da sene öncesiyle ters düşmesi çok olağan gibi geliyor bana. Çünkü fikrimiz aklandıkça(yahut karardıkça) biz bir başkası olup çıkıveriyor hayat sahnesine. Bize verilen zamanın anlar bütünü olduğunu kabul edecek olursak, her an için özel imtihanlara tabi tutulduğumuzu ve bu imtihanların her defasında –aynı hakikate ait olsalar bile- farklı karşılıklar edindiğini anlamak lazım. Bu varsayımla da, öncesinde aldığımız bir kararın benliğimize ait bir kimlik oluşturmak için değil, yalnızca o anı aşabilmemiz için bize verilmiş ve fakat bize ait olmayan bir “anahtar” olduğunu iyice bilmemiz gerekli. Öbür türlü, her anın neticesinde bize dâhil olan şablonu bir başka an için kullanacak olursak, uyuşmazlığımızı sineye çekip zor ve yanlış bir hayatı idame ettiriyor halde buluruz kendimizi. Bunu yapmayalım dostum, gel kendimizden sayalım çelişkilerimizi. Daha da kötüsü, çelişkilerimizi gizlerken en çok toplumun gözünden ürküyoruz hepimiz. Öyle ya, bir başımıza çelişsek bunun ne tür bir utancı yahut başka kötü bir tesiri olabilir ki bizlere! Burada bir öncelik arz ediyor sevgili dostum. Bireyselliğimizi toplumun kimi kanıksanmış yanlışlarına feda etmekle ilgili bir öncelik… Yani kendimiz olmak ya da olamamakla ilgili hakikat iminden olanca uzak konuşlanmış bir öncelik… Yani benliğimizden, bu dünyada edindiğimiz yeri fazlasıyla önemseyerek hiç feragat etmemek ile ilgili amansız, anlamsız, cüretkâr bir öncelik… Bakışlarımız gözlerimizden ruhumuza açılıyor dostum, biliyorsun. Biliyorsun, seçimimi senden yana kullanacağımı, bunları çok iyi biliyorsun. İyisi mi biz hiç çelişmeyelim dostum, sakın çelişmeyelim! Anlıyorsun….
 
MYsite WeLCome
 
ÜLKE SAATLERİ







 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol
www.muratyazgan-com.tr.gg ©2008 MYsite Tüm Hakları Saklıdır